Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
İlişkilerimizi neye göre seçeriz? Kararlarımızı neler belirler?
Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Birden fazla etmene bağlıdır. Bilinçli ve bilinçdışı seçimlerle ilişkilerimiz ve kararlarımız şekillenir. Bilinçli seçimlerimiz farkında olarak seçtiklerimizken, bilinçdışı seçimlerimiz farkında olmadan kendimizi içinde bulduğumuz seçimlerdir.
Bu yazı daha çok, Nesne İlişkileri ve Bağlanma Teorisinin temel perspektiflerine dayanarak bilinçdışı seçimlerimize odaklanmaktadır. Bilinçdışı seçimlerimizin birçok boyutu vardır. Bu seçimlerin kökeniyle ilgili psikoloji/psikanaliz literatüründe birtakım görüşler vardır. Bu görüşlerde bazı ortak noktalara vurgu vardır. Bunlardan biri; seçimlerimizin, kişinin kişisel öyküsünden hareketle ortaya çıkmasıdır. Bir diğeri ise daha özel olarak, yetişkinlikte oluşturduğumuz ilişkilerin ve verdiğimiz birtakım kararların erken dönem ilişkilerimizle ilgili olmasıdır.
Nesne ilişkileri teorisine göre, erken dönem çocuklukta yaşanan deneyimler, yetişkin ilişkilerimizde yeniden canlandırılır. Diğer bir anlatımla, kişinin yaşamının erken dönemlerinde önemli olan figürlerle yaşadığı ilişkiler, kişinin içsel nesneleri olur. Kişilerin, hayatlarının ilk anlarından itibaren yaşadıkları kişilerarası deneyimleri, kişinin benlik oluşumuna ve ötekilerle olan ilişkilerine yansır. Bu görüşe göre, kişinin gelecekteki ilişkilerinin yapısı ve içeriği de bu başlangıçtaki deneyimlere göre şekillenmektedir. Özellikle, aşk ilişkilerinde bu yeniden
canlandırılmalar göze çarpar. Çift ilişkileri, tarafların çocukluklarında kendi anne ve babalarıyla kurduğu ilişkilerden çok etkilenir. Örneğin, çocukluğumuzda önemli figürlere dair ani bir kayıp yaşadıysak, yetişkinlikte de farkında olarak veya olmadan daha çok kayıp meselesine yönelik kaygılar yaşayabiliriz ve o deneyimleri canlandıracak ilişkilere yönelirken kendimizi bulabiliriz.
Olgun ve tatminkar ilişkiler kurulabilmesi için, çocuğun anne ve babası ya da birincil olarak ona bakan kişi ile olan ilişkisinin sıcak ve sevgi dolu olması beklenir. Böylesi bir ilişkide, çocuk daha sağlıklı bir şekilde ayrışabilir ve olgun ilişkiler kurar. Öte yandan, kişinin anne ve babasıyla olan ilişkinin niteliği kaygı verici ve yaralayıcı olduğunda ise olgunlaşmamış, çocuksu denebilecek ilişkiler ortaya çıkabilir. Bu durumda kişi kendini, ailesinden sağlıklı bir şekilde bağımsızlaşıp ayrışmadan büyümeye çalıştığı için olgun olmayan bir ilişki içinde bulabilir. Bu durum, sadece aşk ilişkileri için geçerli değildir; hayatımızda önemli olarak gördüğümüz tüm ilişkilerimize de yansır.
Bağlanma Teorisi ise benzer şekilde, en yalın haliyle yetişkin yaşamımızdaki yakın ilişkilerimizin erken çocukluk ilişkilerimizdeki deneyimlerimizi temel aldığını anlatır. Bu görüş, bebeğin ilk sevgi ilişkisini deneyimlediği kişi olan birincil bakım vereni-çoğunlukla annesi veya babası- ile arasındaki ilişkinin niteliğinin gelecekteki ilişkilerindeki bağlanma becerisi üzerinde önemli bir rolü olduğunu savunur. Yani kişinin bağlanma şekli, bebeğin birincil bakım vereniyle olan ilişkisiyle ilgilidir. Birincil bakım vereni ile kurulan ilişkide aranan özellikler: süreklilik, denge, güven ve duyarlılıktır. Bu özellikler yeterince iyi bir şekilde sağlandığı zaman bebek kendini güvende hissetmeye başlar. Böylece kişi, büyüme sürecinde ve yetişkinlik döneminde kendini rahat ve doymuş hisseder, bir ötekinden bu ihtiyaçların sürekli bir arayışı yoktur. Bağlanma teorisine göre, kabaca dört farklı bağlanma tarzı vardır: (1) Güvenli, (2) Korkak-Kaçınan, (3) Kafası karışık ve (4) Vazgeçmiş Kaçınan (Bartholomew, 1990).
1) Güvenli: Duygusal yakınlaşmanın kolay olduğu, bağlanmanın veya bir başkasının kendisine bağlanmasının rahatsız etmediği durum. Öte yandan, yalnız olmanın ve başkalarıyla birlikte olmanın kişiyi endişelendirmediği bir durum.
2) Korkak-kaçınan: Yakınlaşmanın biraz rahatsız ettiği durum, duygusal olarak yakın ilişkide olma arzusunun var olduğu ancak tamamen güvenmekte ve bağlanmakta zorluk çekilen durum. Çok yakınlaşmanın zarar verebileceğini düşündüren durum.
3) Kafası meşgul/Düzensiz: Duygusal olarak yakınlaşma ihtiyacının yoğun olması ancak ötekilerin o kişiye yakınlaşmaktan kaçındığını düşündüren durum. Kişinin yakın ilişkiler kuramadığı zaman kendini rahatsız hissettiği, kaygılandığı durum.
4) Vazgeçmiş-kaçınan: Yakın ilişkilerin kişiyi tamamen huzursuz ettiği durum. Kimseye bağlanmak istememek, kimsenin de ona bağlanmasını istememek. Bağımsızlık ve kendine yetme halinin ön plana çıktığı durum.
Erken dönem ilişkileri derken neye bakıyoruz?
Yaşamın ilk yıllarından itibaren, bebek ve birincil bakım vereni arasında nasıl bir ilişki var? Güvenli ve kapsayıcı bir ortam var mı? Bebeğin birincil bakım vereninden ayrışma süreci ve benlik gelişimi nasıl? Donald W. Winnicott’un terimiyle, bebeğin birincil bakım vereni ile ilişkisi “yeterince iyi” ise, sağlıklı bir ayrışmadan söz edebilir ve kişi için özerklikten bahsedebiliriz. Bağımsız bir benlik gelişimi, ayrışma-bireyselleşme sürecindeki tutumla da ilgilidir. Bağımsız bir benlik gelişimi, sağlıklı ilişkiler kurabilmemiz adına çok önemlidir.
Bütün bu bilgilere göre, erken dönem ilişkilerinin ve kişinin birincil bakım
vereniyle kurduğu ilişkinin öneminin büyük olduğunu görüyoruz.
Yaşamın ilk yıllarında yeterince iyi bir ilişki kurulduğunda, yani kişi hem
güvenilir hem de keşfe ve özgürleşmeye alan tanınan bir ilişki içinde
olduğunda, bağımsız bir benliğin oluşabileceğini söylemek mümkündür.
Bu olmadığı takdirde de hep başkalarınının takdir ve yönlendirmelerine
ihtiyaç duyan yetişkinler karşımıza çıkar. Bu kişiler, bu nedenle sıkıntılı
yetişkin ilişkileri içinde olurlar. Bu da sürekli başkalarının dediklerini kabul
edip kendi kararlarını vermekte zorlanan, kısır döngüler içinde kalan bir
ilişki şeklinde kendini gösterebilir.
Tüm bunları özetleyecek olursak, seçtiğimiz partnerlerimiz,
arkadaşlarımız, mesleki seçimlerimiz, kendi hikayemizden hareketle
ortaya çıkar ve aslında iç nesnelerimizin sembolü haline de gelirler.
Birtakım çalışmalara göre, çocukluğumuzda ebeveynlerimizle
oluşturduğumuz ilişkiler ile yetişkin yaşamındaki oluşturduğumuz ilişkiler
arasındaki benzerlik ne kadar fazla olursa, kişi kendini o kadar güvende
hisseder, daha az çatışma yaşar, çıkan çatışmalar karşısında daha kolay
çözüm yolları bulabilir.
Kişi bazen kendini içinden çıkılmayacak derecede benzer ilişki
örüntülerinde bulabilir. Genel olarak tanıdık olanı seçme eğilimiz vardır,
hırpalansak da yıpransak da o ilişki içinde kaldığımız veya tekrar tekrar
farkında olmadan benzer ilişki kalıplarında kendimizi bulduğumuz olur.
Bu durum, kısır döngü gibi bir hal de alabilir. Buradaki güvenli hissetme
hali bazen konfor alanından çıkmayı da zorlaştırabilir. Tanıdık olanı
bırakmak istemeyiz, çünkü o bildiğimiz bir sudur, bilinmeyen bir suda
yüzmek tehlikeli gelmektedir. Tedirginlik yaşamak yerine bazen o aynı
kısır döngüde kalmak işimize gelebilmektedir.
Yalnızca ilişkilerde değil, aynı zamanda bazen okul ve iş yaşamımızın
içerisinde de bir kısır döngü halinde buluruz kendimizi. Kendini
tekrarlayan bir örüntüyle de karşı karşıya kalabiliriz. Örneğin, kendimizi
başarısız biri olarak görüyorsak ve bu düşünce bize küçüklüğümüzden
beri yansıtılmışsa, sıkça kendimizi başarısız durumlarda bulabiliriz. Bu
durum da aslında, bilinçdışı, yani farkında olmadan yaptığımız ve
kendimize tekrar tekrar yaşattığımız bir seçimdir.
Hayatımızdaki bu kısır döngülerden kurtulmak için neler yapabiliriz?
Kendimizi sürekli aynı meselelerin, benzer durumların içinde
bulduğumuz zaman öncelikle kendimize bunun anlamını sorabilmeliyiz.
“Acaba ben neden sürekli kendimi böyle bir döngünün içinde buluyorum?
Bu döngü bana ne söylemeye çalışıyor?” diye sormak gerekir.
Belki bu döngüler, bize her seferinde ne kadar bizi üzecek ilişkilerde
kendimizi bulduğumuzu söyleyecek, ya da her seferinde ne kadar
başarısız olduğumuzu bize düşündürecek. Peki, acaba neden hep üzücü
ilişkiler? Neden hep başarısızlık?
Geçmişten içselleştirdiğimiz, öğrendiğimiz yaşam deneyimleriyle iç
dünyamız şekillenir. Eğer çevremizde hep üzücü ilişkiler görmüş ve
deneyimlemişsek, farkında olmadan kendimizi de bu ilişkileri tekrar
ederken bulma ihtimalimiz vardır. Romantik ilişkilerin can yakıcı
olduğuna, insanların güvenilmez olduğuna geçmiş deneyimlerimizle
inanmışsak, kendimizi farkında olmadan hep bu düşünceleri
doğrulayacak türden yeni ilişkiler, deneyimler içinde bulabiliriz.
Ya da daha önce de bahsettiğimiz gibi, hep başarısız olduğumuzu
çevremizden duymuşsak başarısız olduğumuza inanabiliriz. Aynı
zamanda, bizi hep başarısız olduğumuzu gösterecek türden hareket ve
durumlar içinde kalabiliriz.
İşte tam da bu hayatımızda tekrar eden benzer durumları, benzerlikleri
gördüğümüz zaman sormalıyız kendimize. Bunun anlamı nedir, ben
hayatımda neyi tekrar ediyorum, geçmişimle bunun nasıl bir ilişkisi
olabilir diye.
Bunun anlamını keşfettikten sonra, bu döngülerimize daha farklı bir gözle
bakmaya başlarız. Bu farkındalık, kendimize yeni deneyimler katabilmek
için attığımız ilk adım olacaktır.
Aynı zamanda bu döngüye neler sebep oluyor, neler tetikliyor bunu da
anlayabilmek önemlidir. Bu döngüler nasıl başlıyor, bu döngüleri hangi
duygu ve düşüncelerle beraber yaşıyoruz? Bu sorulara cevap arayıp bu
döngüleri oluşturan etmenleri anlamak önemlidir. Bu döngüler, hayatta
bizi nasıl hissettiriyor, hangi duygularımızı yaşamamamıza sebep oluyor
ve ne gibi işlevleri var? Bu sorulara cevap ararken kazandığımız
farkındalıklarla birlikte, tüm bu etmenlerden en az birine bile müdahale
etsek, yavaş yavaş döngüden çıkmaya başladığımızı görebiliriz. Örneğin,
kendimizi sürekli yetersiz biri gibi algılıyorsak, farkında olmadan
kendimizi yetersiz hissettirecek insanlarla birliktelik (arkadaşlık,
romantik ilişki) yaşarken kendimizi bulabiliriz. Bize eşlik eden bu
insanların bizi yetersizlikle değerlendirmesi bize doğru gibi gelebilir; öte
yandan kendimizi çok kötü hissetmeye devam ederiz. Bu denklemde,
yetersizlik duygumuza müdahale etmemiz gerekebilir. Gerçekten
yetersiz miyizdir? Yoksa başkalarının yorumlarıyla ve bizim iç
dünyamızda geçmişimizden içselleştirdiğimiz bir takım deneyimlerle mi
kendimize yetersizlik etiketi yapıştırıyoruzdur? Ya da diğer insanlar ne
kadar doğru değerlendirmelere sahiptir? Sakın kendi yetersizlikleriyle
baş edemeyişleri sebebiyle bize yetersizlik damgasını yapıştırmış
olmasınlar? Bu soruları sormakla hayatta başka türlü
hissedebileceğimizin kapılarını açarız kendimize... Bununla beraber,
çevremize geniş bir perspektiften bakmaya başladıkça bizi değerli
hissettirecek insanların varlığını da görmeye başlayabiliriz. İşte
yaşadığımız döngülerdeki bir duyguya, düşünceye müdahale etmek
böyle bir şeydir. Döngülerimizi doğrulatacak türden faktörlere gerektiği
zaman şüpheyle yaklaşmamız ve yeni deneyimlere alan tanıyabilmemiz
önemlidir.
Döngülerden uzaklaşabilmek için hayatta hep inandığımız, alışkın
olduğumuz duygu ve düşüncelerimizden farklı olarak hayatımıza yeni
deneyimler katmamız gerekir. Bazen kısır döngüler içinde
boğulduğumuzu hissettiğimizde “Hayatta kendime farklı türde
hissedebileceğim yeni bir alan açmak mümkün mü?” diye sorarak
düşünmeliyiz. Nefes alıp ferahlayabileceğimiz, tüm bu döngülerden
uzakta yepyeni deneyimlere yer açabileceğimizi düşüneceğimiz bir alan
mümkün mü? Bazen kafamızı hep o döngüye çevirip oranın hayal
kırıklıklarıyla mücadele etmeye çalışırken, baktığımız yönü biraz daha
değiştirerek nefes alabileceğimiz yeni bir yere temas etmek bizlere çok
iyi gelir. Bazen bu yeni alanlar, çok da uzağımızda değildir. Yeni
deneyimlere açılmamızla birlikte, bu alanları görebilmeye başlarız.
Yeni deneyimlere açılabilmek için mümkün olduğunca geçmişin
gölgesinden uzaklaşabilip sadece “an”ın içinde olabilmeye ihtiyaç vardır.
Geçmişten gelen bütün önkabullerimiz ve önyargılarımızla bir deneyimin
içindeyken, başımıza gelebileceklerin, hissedeceklerimizin önden peşin
hükmünü verebiliriz. Oysa , tüm bu önden düşünülen fikirlerden
uzaklaşıp bir durup sadece ana odaklanıp anın getirdiklerine bakabilmek
çok önemlidir. O zaman çok daha farklı hissedebileceğimizin de kapıları
açılır bize. Örneğin, bir sınava “yine başarısız olacağım” diye oturmakla
“Dur bakalım bu sefer nasıl bir deneyim olacak, iyi şeyler de olabilir.” gibi
oturmak arasında sonuç anlamında ciddi bir fark vardır. Bu durumu
hayatta her deneyime uyarlayabiliriz. Önkabullerle bir deneyime
girdiğimiz zaman, zaten önden hissettiklerimizi doğrulayacak
tutumlarda ve durumlarda bulabiliriz kendimizi.
Tüm bu önerilerle beraber, bazen bize ne kadar küçük gelecek bile olsa
değişimi fark etmeye başlamak çok önemlidir. Her şeyin hızlıca
değişmesini beklemek her zaman gerçekçi değildir. Ancak,
hayatımızdaki döngülerin yerlerini anlamlandırmaya başlamak da
değişim sürecinin çok önemli bir parçasıdır. Kişinin ilişkilerindeki veya
diğer alanlardaki tekrar eden kısır döngülerinin sorumluluğunu
üstlenmesi, bu örüntüleri değiştirmenin en temel adımıdır. Bazen bu
örüntüleri tek başımıza kırabilirken, bazen ise bu çok zor gelebilir.
Bazı şeylerin değişmediğini görmek de insanı umutsuzluğa
sürüklememelidir. Bazen tek başımıza değişim sürecine giremeyebiliriz,
bir yanımız inatla bizi aynı döngüde tutmaya devam eder. Bu durumun
düzenlenebilmesi için profesyonel bir yardım gerekebilir, ikinci bir göze,
kulağa ihtiyaç duyulabilir. Erken dönem deneyimlerinin ele alındığı
psikodinamik/psikanalitik yönelimli bir terapide veya psikanaliz
sürecinde, bu döngüler çalışılabilir ve umutsuzca kendi yaşamını bulanık
bir pencereden izleyen kişi, o yaşamı daha net görmeye ve pencerenin
arkasında durmak yerine döngülerini kırmak adına birtakım kararlar
almaya başlar. Bu çalışmanın sabır ve zaman gerektiren bir çalışma
olduğu da unutulmamalıdır. Bununla birlikte, kalıcı çözümlerin çaba
gerektirdiği de akılda tutulmalıdır.
Tarih: 2020-01-07 15:59:02 Kategori: Psikoloji
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Hayatımızdaki Kısır Döngülerin Görünmeyen Tarafı Nedir
Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Birden fazla etmene bağlıdır. Bilinçli ve bilinçdışı seçimlerle ilişkilerimiz ve kararlarımız şekillenir. Bilinçli seçimlerimiz farkında olarak seçtiklerimizken, bilinçdışı seçimlerimiz farkında olmadan kendimizi içinde bulduğumuz seçimlerdir.
Bu yazı daha çok, Nesne İlişkileri ve Bağlanma Teorisinin temel perspektiflerine dayanarak bilinçdışı seçimlerimize odaklanmaktadır. Bilinçdışı seçimlerimizin birçok boyutu vardır. Bu seçimlerin kökeniyle ilgili psikoloji/psikanaliz literatüründe birtakım görüşler vardır. Bu görüşlerde bazı ortak noktalara vurgu vardır. Bunlardan biri; seçimlerimizin, kişinin kişisel öyküsünden hareketle ortaya çıkmasıdır. Bir diğeri ise daha özel olarak, yetişkinlikte oluşturduğumuz ilişkilerin ve verdiğimiz birtakım kararların erken dönem ilişkilerimizle ilgili olmasıdır.
Nesne ilişkileri teorisine göre, erken dönem çocuklukta yaşanan deneyimler, yetişkin ilişkilerimizde yeniden canlandırılır. Diğer bir anlatımla, kişinin yaşamının erken dönemlerinde önemli olan figürlerle yaşadığı ilişkiler, kişinin içsel nesneleri olur. Kişilerin, hayatlarının ilk anlarından itibaren yaşadıkları kişilerarası deneyimleri, kişinin benlik oluşumuna ve ötekilerle olan ilişkilerine yansır. Bu görüşe göre, kişinin gelecekteki ilişkilerinin yapısı ve içeriği de bu başlangıçtaki deneyimlere göre şekillenmektedir. Özellikle, aşk ilişkilerinde bu yeniden
canlandırılmalar göze çarpar. Çift ilişkileri, tarafların çocukluklarında kendi anne ve babalarıyla kurduğu ilişkilerden çok etkilenir. Örneğin, çocukluğumuzda önemli figürlere dair ani bir kayıp yaşadıysak, yetişkinlikte de farkında olarak veya olmadan daha çok kayıp meselesine yönelik kaygılar yaşayabiliriz ve o deneyimleri canlandıracak ilişkilere yönelirken kendimizi bulabiliriz.
Olgun ve tatminkar ilişkiler kurulabilmesi için, çocuğun anne ve babası ya da birincil olarak ona bakan kişi ile olan ilişkisinin sıcak ve sevgi dolu olması beklenir. Böylesi bir ilişkide, çocuk daha sağlıklı bir şekilde ayrışabilir ve olgun ilişkiler kurar. Öte yandan, kişinin anne ve babasıyla olan ilişkinin niteliği kaygı verici ve yaralayıcı olduğunda ise olgunlaşmamış, çocuksu denebilecek ilişkiler ortaya çıkabilir. Bu durumda kişi kendini, ailesinden sağlıklı bir şekilde bağımsızlaşıp ayrışmadan büyümeye çalıştığı için olgun olmayan bir ilişki içinde bulabilir. Bu durum, sadece aşk ilişkileri için geçerli değildir; hayatımızda önemli olarak gördüğümüz tüm ilişkilerimize de yansır.
Bağlanma Teorisi ise benzer şekilde, en yalın haliyle yetişkin yaşamımızdaki yakın ilişkilerimizin erken çocukluk ilişkilerimizdeki deneyimlerimizi temel aldığını anlatır. Bu görüş, bebeğin ilk sevgi ilişkisini deneyimlediği kişi olan birincil bakım vereni-çoğunlukla annesi veya babası- ile arasındaki ilişkinin niteliğinin gelecekteki ilişkilerindeki bağlanma becerisi üzerinde önemli bir rolü olduğunu savunur. Yani kişinin bağlanma şekli, bebeğin birincil bakım vereniyle olan ilişkisiyle ilgilidir. Birincil bakım vereni ile kurulan ilişkide aranan özellikler: süreklilik, denge, güven ve duyarlılıktır. Bu özellikler yeterince iyi bir şekilde sağlandığı zaman bebek kendini güvende hissetmeye başlar. Böylece kişi, büyüme sürecinde ve yetişkinlik döneminde kendini rahat ve doymuş hisseder, bir ötekinden bu ihtiyaçların sürekli bir arayışı yoktur. Bağlanma teorisine göre, kabaca dört farklı bağlanma tarzı vardır: (1) Güvenli, (2) Korkak-Kaçınan, (3) Kafası karışık ve (4) Vazgeçmiş Kaçınan (Bartholomew, 1990).
1) Güvenli: Duygusal yakınlaşmanın kolay olduğu, bağlanmanın veya bir başkasının kendisine bağlanmasının rahatsız etmediği durum. Öte yandan, yalnız olmanın ve başkalarıyla birlikte olmanın kişiyi endişelendirmediği bir durum.
2) Korkak-kaçınan: Yakınlaşmanın biraz rahatsız ettiği durum, duygusal olarak yakın ilişkide olma arzusunun var olduğu ancak tamamen güvenmekte ve bağlanmakta zorluk çekilen durum. Çok yakınlaşmanın zarar verebileceğini düşündüren durum.
3) Kafası meşgul/Düzensiz: Duygusal olarak yakınlaşma ihtiyacının yoğun olması ancak ötekilerin o kişiye yakınlaşmaktan kaçındığını düşündüren durum. Kişinin yakın ilişkiler kuramadığı zaman kendini rahatsız hissettiği, kaygılandığı durum.
4) Vazgeçmiş-kaçınan: Yakın ilişkilerin kişiyi tamamen huzursuz ettiği durum. Kimseye bağlanmak istememek, kimsenin de ona bağlanmasını istememek. Bağımsızlık ve kendine yetme halinin ön plana çıktığı durum.
Erken dönem ilişkileri derken neye bakıyoruz?
Yaşamın ilk yıllarından itibaren, bebek ve birincil bakım vereni arasında nasıl bir ilişki var? Güvenli ve kapsayıcı bir ortam var mı? Bebeğin birincil bakım vereninden ayrışma süreci ve benlik gelişimi nasıl? Donald W. Winnicott’un terimiyle, bebeğin birincil bakım vereni ile ilişkisi “yeterince iyi” ise, sağlıklı bir ayrışmadan söz edebilir ve kişi için özerklikten bahsedebiliriz. Bağımsız bir benlik gelişimi, ayrışma-bireyselleşme sürecindeki tutumla da ilgilidir. Bağımsız bir benlik gelişimi, sağlıklı ilişkiler kurabilmemiz adına çok önemlidir.
Bütün bu bilgilere göre, erken dönem ilişkilerinin ve kişinin birincil bakım
vereniyle kurduğu ilişkinin öneminin büyük olduğunu görüyoruz.
Yaşamın ilk yıllarında yeterince iyi bir ilişki kurulduğunda, yani kişi hem
güvenilir hem de keşfe ve özgürleşmeye alan tanınan bir ilişki içinde
olduğunda, bağımsız bir benliğin oluşabileceğini söylemek mümkündür.
Bu olmadığı takdirde de hep başkalarınının takdir ve yönlendirmelerine
ihtiyaç duyan yetişkinler karşımıza çıkar. Bu kişiler, bu nedenle sıkıntılı
yetişkin ilişkileri içinde olurlar. Bu da sürekli başkalarının dediklerini kabul
edip kendi kararlarını vermekte zorlanan, kısır döngüler içinde kalan bir
ilişki şeklinde kendini gösterebilir.
Tüm bunları özetleyecek olursak, seçtiğimiz partnerlerimiz,
arkadaşlarımız, mesleki seçimlerimiz, kendi hikayemizden hareketle
ortaya çıkar ve aslında iç nesnelerimizin sembolü haline de gelirler.
Birtakım çalışmalara göre, çocukluğumuzda ebeveynlerimizle
oluşturduğumuz ilişkiler ile yetişkin yaşamındaki oluşturduğumuz ilişkiler
arasındaki benzerlik ne kadar fazla olursa, kişi kendini o kadar güvende
hisseder, daha az çatışma yaşar, çıkan çatışmalar karşısında daha kolay
çözüm yolları bulabilir.
Kişi bazen kendini içinden çıkılmayacak derecede benzer ilişki
örüntülerinde bulabilir. Genel olarak tanıdık olanı seçme eğilimiz vardır,
hırpalansak da yıpransak da o ilişki içinde kaldığımız veya tekrar tekrar
farkında olmadan benzer ilişki kalıplarında kendimizi bulduğumuz olur.
Bu durum, kısır döngü gibi bir hal de alabilir. Buradaki güvenli hissetme
hali bazen konfor alanından çıkmayı da zorlaştırabilir. Tanıdık olanı
bırakmak istemeyiz, çünkü o bildiğimiz bir sudur, bilinmeyen bir suda
yüzmek tehlikeli gelmektedir. Tedirginlik yaşamak yerine bazen o aynı
kısır döngüde kalmak işimize gelebilmektedir.
Yalnızca ilişkilerde değil, aynı zamanda bazen okul ve iş yaşamımızın
içerisinde de bir kısır döngü halinde buluruz kendimizi. Kendini
tekrarlayan bir örüntüyle de karşı karşıya kalabiliriz. Örneğin, kendimizi
başarısız biri olarak görüyorsak ve bu düşünce bize küçüklüğümüzden
beri yansıtılmışsa, sıkça kendimizi başarısız durumlarda bulabiliriz. Bu
durum da aslında, bilinçdışı, yani farkında olmadan yaptığımız ve
kendimize tekrar tekrar yaşattığımız bir seçimdir.
Hayatımızdaki bu kısır döngülerden kurtulmak için neler yapabiliriz?
Kendimizi sürekli aynı meselelerin, benzer durumların içinde
bulduğumuz zaman öncelikle kendimize bunun anlamını sorabilmeliyiz.
“Acaba ben neden sürekli kendimi böyle bir döngünün içinde buluyorum?
Bu döngü bana ne söylemeye çalışıyor?” diye sormak gerekir.
Belki bu döngüler, bize her seferinde ne kadar bizi üzecek ilişkilerde
kendimizi bulduğumuzu söyleyecek, ya da her seferinde ne kadar
başarısız olduğumuzu bize düşündürecek. Peki, acaba neden hep üzücü
ilişkiler? Neden hep başarısızlık?
Geçmişten içselleştirdiğimiz, öğrendiğimiz yaşam deneyimleriyle iç
dünyamız şekillenir. Eğer çevremizde hep üzücü ilişkiler görmüş ve
deneyimlemişsek, farkında olmadan kendimizi de bu ilişkileri tekrar
ederken bulma ihtimalimiz vardır. Romantik ilişkilerin can yakıcı
olduğuna, insanların güvenilmez olduğuna geçmiş deneyimlerimizle
inanmışsak, kendimizi farkında olmadan hep bu düşünceleri
doğrulayacak türden yeni ilişkiler, deneyimler içinde bulabiliriz.
Ya da daha önce de bahsettiğimiz gibi, hep başarısız olduğumuzu
çevremizden duymuşsak başarısız olduğumuza inanabiliriz. Aynı
zamanda, bizi hep başarısız olduğumuzu gösterecek türden hareket ve
durumlar içinde kalabiliriz.
İşte tam da bu hayatımızda tekrar eden benzer durumları, benzerlikleri
gördüğümüz zaman sormalıyız kendimize. Bunun anlamı nedir, ben
hayatımda neyi tekrar ediyorum, geçmişimle bunun nasıl bir ilişkisi
olabilir diye.
Bunun anlamını keşfettikten sonra, bu döngülerimize daha farklı bir gözle
bakmaya başlarız. Bu farkındalık, kendimize yeni deneyimler katabilmek
için attığımız ilk adım olacaktır.
Aynı zamanda bu döngüye neler sebep oluyor, neler tetikliyor bunu da
anlayabilmek önemlidir. Bu döngüler nasıl başlıyor, bu döngüleri hangi
duygu ve düşüncelerle beraber yaşıyoruz? Bu sorulara cevap arayıp bu
döngüleri oluşturan etmenleri anlamak önemlidir. Bu döngüler, hayatta
bizi nasıl hissettiriyor, hangi duygularımızı yaşamamamıza sebep oluyor
ve ne gibi işlevleri var? Bu sorulara cevap ararken kazandığımız
farkındalıklarla birlikte, tüm bu etmenlerden en az birine bile müdahale
etsek, yavaş yavaş döngüden çıkmaya başladığımızı görebiliriz. Örneğin,
kendimizi sürekli yetersiz biri gibi algılıyorsak, farkında olmadan
kendimizi yetersiz hissettirecek insanlarla birliktelik (arkadaşlık,
romantik ilişki) yaşarken kendimizi bulabiliriz. Bize eşlik eden bu
insanların bizi yetersizlikle değerlendirmesi bize doğru gibi gelebilir; öte
yandan kendimizi çok kötü hissetmeye devam ederiz. Bu denklemde,
yetersizlik duygumuza müdahale etmemiz gerekebilir. Gerçekten
yetersiz miyizdir? Yoksa başkalarının yorumlarıyla ve bizim iç
dünyamızda geçmişimizden içselleştirdiğimiz bir takım deneyimlerle mi
kendimize yetersizlik etiketi yapıştırıyoruzdur? Ya da diğer insanlar ne
kadar doğru değerlendirmelere sahiptir? Sakın kendi yetersizlikleriyle
baş edemeyişleri sebebiyle bize yetersizlik damgasını yapıştırmış
olmasınlar? Bu soruları sormakla hayatta başka türlü
hissedebileceğimizin kapılarını açarız kendimize... Bununla beraber,
çevremize geniş bir perspektiften bakmaya başladıkça bizi değerli
hissettirecek insanların varlığını da görmeye başlayabiliriz. İşte
yaşadığımız döngülerdeki bir duyguya, düşünceye müdahale etmek
böyle bir şeydir. Döngülerimizi doğrulatacak türden faktörlere gerektiği
zaman şüpheyle yaklaşmamız ve yeni deneyimlere alan tanıyabilmemiz
önemlidir.
Döngülerden uzaklaşabilmek için hayatta hep inandığımız, alışkın
olduğumuz duygu ve düşüncelerimizden farklı olarak hayatımıza yeni
deneyimler katmamız gerekir. Bazen kısır döngüler içinde
boğulduğumuzu hissettiğimizde “Hayatta kendime farklı türde
hissedebileceğim yeni bir alan açmak mümkün mü?” diye sorarak
düşünmeliyiz. Nefes alıp ferahlayabileceğimiz, tüm bu döngülerden
uzakta yepyeni deneyimlere yer açabileceğimizi düşüneceğimiz bir alan
mümkün mü? Bazen kafamızı hep o döngüye çevirip oranın hayal
kırıklıklarıyla mücadele etmeye çalışırken, baktığımız yönü biraz daha
değiştirerek nefes alabileceğimiz yeni bir yere temas etmek bizlere çok
iyi gelir. Bazen bu yeni alanlar, çok da uzağımızda değildir. Yeni
deneyimlere açılmamızla birlikte, bu alanları görebilmeye başlarız.
Yeni deneyimlere açılabilmek için mümkün olduğunca geçmişin
gölgesinden uzaklaşabilip sadece “an”ın içinde olabilmeye ihtiyaç vardır.
Geçmişten gelen bütün önkabullerimiz ve önyargılarımızla bir deneyimin
içindeyken, başımıza gelebileceklerin, hissedeceklerimizin önden peşin
hükmünü verebiliriz. Oysa , tüm bu önden düşünülen fikirlerden
uzaklaşıp bir durup sadece ana odaklanıp anın getirdiklerine bakabilmek
çok önemlidir. O zaman çok daha farklı hissedebileceğimizin de kapıları
açılır bize. Örneğin, bir sınava “yine başarısız olacağım” diye oturmakla
“Dur bakalım bu sefer nasıl bir deneyim olacak, iyi şeyler de olabilir.” gibi
oturmak arasında sonuç anlamında ciddi bir fark vardır. Bu durumu
hayatta her deneyime uyarlayabiliriz. Önkabullerle bir deneyime
girdiğimiz zaman, zaten önden hissettiklerimizi doğrulayacak
tutumlarda ve durumlarda bulabiliriz kendimizi.
Tüm bu önerilerle beraber, bazen bize ne kadar küçük gelecek bile olsa
değişimi fark etmeye başlamak çok önemlidir. Her şeyin hızlıca
değişmesini beklemek her zaman gerçekçi değildir. Ancak,
hayatımızdaki döngülerin yerlerini anlamlandırmaya başlamak da
değişim sürecinin çok önemli bir parçasıdır. Kişinin ilişkilerindeki veya
diğer alanlardaki tekrar eden kısır döngülerinin sorumluluğunu
üstlenmesi, bu örüntüleri değiştirmenin en temel adımıdır. Bazen bu
örüntüleri tek başımıza kırabilirken, bazen ise bu çok zor gelebilir.
Bazı şeylerin değişmediğini görmek de insanı umutsuzluğa
sürüklememelidir. Bazen tek başımıza değişim sürecine giremeyebiliriz,
bir yanımız inatla bizi aynı döngüde tutmaya devam eder. Bu durumun
düzenlenebilmesi için profesyonel bir yardım gerekebilir, ikinci bir göze,
kulağa ihtiyaç duyulabilir. Erken dönem deneyimlerinin ele alındığı
psikodinamik/psikanalitik yönelimli bir terapide veya psikanaliz
sürecinde, bu döngüler çalışılabilir ve umutsuzca kendi yaşamını bulanık
bir pencereden izleyen kişi, o yaşamı daha net görmeye ve pencerenin
arkasında durmak yerine döngülerini kırmak adına birtakım kararlar
almaya başlar. Bu çalışmanın sabır ve zaman gerektiren bir çalışma
olduğu da unutulmamalıdır. Bununla birlikte, kalıcı çözümlerin çaba
gerektirdiği de akılda tutulmalıdır.
Tarih: 2020-01-07 15:59:02 Kategori: Psikoloji
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx